ZÜLFÜ LİVANELİ'NİN SERENAD'I ÜZERİNE BİR İNCELEME
Eser : SERENAD
Yazar : ZÜLFÜ LİVANELİ
Yayın Evi : DOĞAN KİTAP
Yıl : 2011
Geç gelen bir inceleme bu biliyorum o yüzden sizlerden değil kendimden özür diliyorum. Neden daha evvel okumadım ve böylesi bir hikayeden kendimi mahrum bıraktığım için. Ve sonra bana bu kitabı geç tavsiye eden sevgili arkadaşım Demet seninde benden özür dilemen gerekir neden daha evvel bahsi geçmedi "Serenad"ın ?
Esasen "Serenad" benim için -Çok Satanlar- raflarından inmeyen Zülfü Livaneli'nin entelektüel sermayesinin edebiyat çıktısı olarak gözüme çarpan bir gösterişti. Hiç bir zaman okunmaya değer bir eser olarak görmedim. Neden bu denli ukala olduğumu bende bilmiyorum. Ta ki birinin kalkıp "bu kitap benim hayatımda okuduğum en iyi kitap benim için yeri başka" gibi iddialı bir cümle kurmasına kadar. Ardından düşündüm. Birilerinin hayatı ya çok ucuzdu yada kitap hakikaten iyi olmalıydı? Acaba bu düşüncem yola çıktığım fikirden daha mı iddialı?
Evvela olarak şunu söylemeliyim ki ben ne Zülfi Livaneli gibi bir üstadın eserine inceleme yapacak yetkinlikte biriyim ne de böyle bir iddia sahibiyim. Sadece elimden geldiğince zaman harcadığım üzerine kafa yorduğum bir eserin kendimce öz eleştirisini yapıyorum. Sesli düşünüyorum yada platform icabı blog düşünüyorum diyelim :)
ve başlayalım efendim...
Kitap aslında ilk bölümlerde sıkıcı bir giriş ile karşıladı. Zorlama ve olağan konuşmalar mevcuttu. Eseri henüz okumamış olanlar için her hangi bir şekilde hikayenin akışı ile ilgili bilgi vermeyeceğim. Spoiler kasmıyorum merak etmeyin yani :)
Maya Duran (36) karakteri hikayemizin baş kahramanı. Z. Livaneli hikayeyi anlatırken kahramanımızın bakış açısı ile ele almış. Burada sorulacak bir sürü soru var aslında.
Bir erkek yazarın kadın bakış açısı ile hikayeyi ele alışı ne derece başarılı olabilirdi? Aslında belirli bir evreye kadar bunu hissetmiyorsunuz fakat karakterin derinleşmesi gereken ve ilmik ilmik işlenmesi gereken değişim dönemlerinde yazarımızın bu denli bir derinliğe ulaşamadığı hissine kapıldım. Zira sayfalarca "...ben değiştim artık eskisi gibi değilim ben çok değiştim artık eski Maya yok...." gibi kendi ekseninde dönen girdaplara daldık. Başlarda kadın bakış açısı ile nasıl olacak ki heyecanından kurtulup kitabın akışı sizi içine çekiyor ama derinlere değil. Kadın kahraman seçimi romanın tam merkezinde çünkü Maya Duran'ın çevresinde gelişen bir çok olayın temelinde kahramanımızın kadın olması yatıyor. Bu konuya ilişkin vereceğim örnek çok ama okumamış olanlar için romanın tadı kaçmasın. Okuyanlar zaten şu an bütün denklemleri kurdular.
Hikayenin geçtiği zaman kendi içinde iç içe geçmiş durumda ufak çaplı bir "Inception" söz konusu. gelecekten geçmişe derken tekrar günümüze oradan tekrar geleceğe derken zaman geçişleri sıkça ama sırıtmamış. Geçişler de öylesine naif bir hava vardı ki gelecekten yazılan satırlar nedense bana daha samimi geldi. Bir an Maya Duran ile birlikte gökyüzünde Hostesten bir kaç kelime daha yazabilmek adına kendimizi yalvarırken buldum :) Beğenmediğim kısım ise diğer kahramanımızın hikayesinin aktarılışı oldu. Alman asıllı Amerikalı bir Profesör Maximilian Wagner (87) bizim diğer ana karakterimiz. Tamamen farklı bir bölüm halinde veriliyor oluşu biraz garip olmuş. Romanın kendi akışı içinde aktarılsa sanki daha etkili olabilirdi. İyi veya kötü demiyorum ama beğenmedim. çünkü Maya Duran'ın Maximilian Wagner'in hikayesinden sonra yaşadığı iç gerilimler çok yüzeysel kaldı. Zira Livaneli de bunu fark etmiş olacak ki. Kitapta bölümü aktardıktan sonra neden böyle bir seçim yaptığını anlatıyor. Sonradan hak veriyor insan neden böyle bir seçim yapıldığına ama bu kısmı böyle bırakıyorum...
Tarihi anlamda çok önemli olaylara değinilmiş. Struma, Mavi Alay, Einstein'ın Mektubu, 2001 ekonomik krizi... Her biri kendi içinde roman olabilecek kadar önemli olaylar. Fakat burada şunu söylemeliyim ki, hadiseler ile ilgili bilgiler aktarılırken roman kullanılmış. Karakterler bazen gereksiz sorular sormuş. Keşke daha ince ince verilseydi. Aktardığı bilgilerin çok önemli ve hassas oluşları takdire şayan. Özellikle ciddi bir tarihi araştırma yapıldığı aşikar. Bu bakımından başarılı olmuştu ama üslubun yetersiz kaldığı noktalarda yazarımızın masumiyet, samimiyet maskesine girişi biraz garip oldu. "...yazdığım metin ne kadar acemi ve yanlış olursa olsun, hiç bir satırına dokunmayın..." yazarın da bunu fark etmesi bunlardan daha ilginç olanı. Bunu fark etmek ve üstüne birde bunu bize çekinmeden aktarma düşüncesi cesurcaydı.
Uzun uzadıya değinilecek çok fazla nokta var aslında ama ben kısa kesiyorum uzattıkça haddimi aşmak istemem.
* Fotoğraf adresinden alınmıştır...
Uzun uzadıya değinilecek çok fazla nokta var aslında ama ben kısa kesiyorum uzattıkça haddimi aşmak istemem.
Düşündüren Kısımlar....
"...Ne çok zenginlik, ne çok yoksulluk..." Sayfa 40
"...Gerçi Ortadoğu'da düşmanlıkla dostluk çok çabuk yer değiştirebilirdi..." Sayfa 12
"...Kimin daha vatansever olduğunu ölçmenin bir yöntemi mi var? Neden bazıları, memleketi kendisinin daha çok sevdiğini ileri sürerek bir ayrıcalık elde etmeye çalışıyor?..." Sayfa 76
"...Her yolculuk bir kader birliğidir..." Sayfa 101
"...Her zaman olduğu gibi Cehenneme giden yollar iyi niyet taşları iel döşenmişti..." Sayfa 205
"...Türk erkekleri önce annelerinden babalarından dayak yiyerek yetişiyor, çocuk yaşta cinsel organlarının ucunun usturayla kesilmesiyle cinsel bir travmaya uğruyor, sonra okulda, askerde, maçta dayak yiyip duruyorlardı. Bu da özgüven diye bir şey bırakmıyordu onlarda. Çoğu, saldırganlığı, kendinden güçsüz olanı ezmeyi seçiyordu..." Sayfa 210
"...Her iktidar öldürür mü? diye sordu Maya.
Evet! İktidar zulüm demektir. Hele denetlenemeyen iktidar.
Peki, iyi insanlar iktidara gelirse?
Öyle bir şey olmaz!
Neden?
Acı bir gülümsemeyle açıkladı Max:
İyi insanlar iktidara gelmez, gelse bile iktidar onu bozar, zalim yapar.
Güldüm.
Kusura bakmayın ama profesör, sizin aklınız Hitler'e takılı kalmış. Her iktidar öldürür ne demek. Şimdi ben, saçma bir şey ama, iktidara gelirsem öldürür müyüm sizce?
Omuzlarımdan tutu, gözlerimin içine baktı.
Evet! dedi. Siz bile öldürürsünüz. Çünkü iktidar olmanın başka yolu yok. Eskiden daha açık yapılıyordu, şimdi daha gizli...." Sayfa 231
"...Çünkü halk ancak örgütlü olduğu zaman etkili olabilir. Yoksa tek tek insanlar, zorbalık karşısında sinerler. Genel kuraldır bu..." Sayfa 245
"...Her bir insanın hikayesi, bizi kendi başımızdan geçen olaylar kadar ilgilendirirdi. Yeter ki kendi gerçekliği içinde kavransın..." Sayfa 256
"...Yaşlılıkta,çoğu durumda,beden ve zihin aynı zamanda çökmüyordu.Genellikle bunlardan biri daha genç kalıyordu.Hangisinin önce çökmesi daha iyidir gibi trajik bir sorunun cevabını bugün tam olarak öğrenmiştim : Önce zihin çökerse insan daha mutlu ölürdü. Sayfa 346
"...Şimdi de, “Telefon acı acı çaldığında...” diye yazdığıma takılıyorum. Oysa telefonlar acı acı çalmaz, hep aynı çalar ama biz gelen habere göre bazen sonradan zilleri böyle yorumlarız..." Sayfa 356
"...Yazıyla insan hayatı arasındaki garip ilişkiyi düşündüm.Yazı doğal bir şey değildi.İcat edilmişti,yani uçmak gibi o da doğamızda yoktu.Bu yüzden uçmaktan nasıl korkuyorsak yazıdan da korkuyorduk. Claude Levi-Strauss insanlığının gerilemesini yazının icadına bağlarken haklı mıydı yoksa?..." Sayfa 367
"...Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek içinde adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk başta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık...." Sayfa 416
* Fotoğraf adresinden alınmıştır...
Kitapta en çok beni etkileyen Struma ve Mavi Alay olaylarıdır. İnsanlık nasıl böyle bir olaylara göz yummuş aklım almıyor.
YanıtlaSil