KÖR MÜ KALDIK? -1


Cumhuriyet’in ilanı ile Türk toplumuna Mustafa Kemal tarafından kazandırılmak istenen muasır medeniyet seviyesine erişebilme hedefi için atılması gereken adımlar, toplumun içinde bulunduğu sosyal yapının müsait olmaması nedeniyle atılamıyordu. Bunun çeşitli sebepleri olmakla birlikte, bunların içinde en büyüğü, Türk kadınının toplumda ikinci sınıf muamele görmesinden kaynaklanmaktaydı. Bunun en başından beri farkında olan Mustafa Kemal, İstiklal Harbi yıllarından planladığı adımları, Cumhuriyeti ilan ettikten sonra hayata geçirdi. Mustafa Kemal’in üç amacı vardı: Kadın-erkek eşitliğinin tam olarak sağlanması, eğitim-öğretim alanında eşit haklar sağlamak ve kadının erkeğe ekonomik bağımlılığını sona erdirmek. Cumhuriyet ile Türk kadının hak ettiği yere getirilmesinin ve Cumhuriyet’in kazandırdıklarının ne kadar önemli olduğunu anlamak için Cumhuriyet yıllarına kadar Türk kadının tarihsel süreç içerisindeki konumunu kısaca anlamaya çalışalım.

Cumhuriyet Öncesi Yıllar

Eski Türk toplulukları Ziya Gökalp’in ifadesi ile göreli olarak ‘’demokrat ve feministlerdi’’ devlet yönetiminde Hatun olmadan Hakan’ın hükmü yürürlüğe girmezdi. Hatun olmadan meclisler toplanmaz, karar alınmazdı. Özgür bir şekilde toplumun her alanında var olan Türk kadını hayatını, eşi ile birlikte yürütürdü.

İslamiyet’in kabulü ile birtakım toplumsal değişiklikler de kendini göstermeye başladı. Kadının toplumsal hayatta ikinci plana atılması, ev içerisinde egemenliğini yitirmesi vb. gibi durumlar İslamiyet’in kabulü ile toplum içerisinde yaygınlaşmaya başladı. Bir süre Orta Asya dönemindeki alışkanlıklar devam ettirilmeye çalışılsa da başarılı olunamadı ve zamana yenilen kadın değil, kadını hak etmediği statüye yerleştirmeye zorlayanlar oldu. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına doğru ise artık toplumsal hayatta kadınlarımız yoktu. Şöyle ki, kadınların muhallebici dükkânına girmelerinin yasaklanması, ancak haftanın dört günü sokağa çıkmasına müsaade edilmesi gibi kararlar, çöküş döneminin yüz karartan hadiseleri oldu.

Önce Balkan Savaşları, ardından I. Cihan Harbi ve İstiklal mücadelesinin ciddi oranda toplumsal hayattan erkekleri alıkoyması sebebiyle kadınların istihdam edilmesi kadınlar için yüzyıllardır süregelen erkeğin arkasında kalma, boyun eğme, susma vb. artık son bulma imkânı yakaladı. Özellikle İstiklal yıllarında aziz Anadolu kadınının gösterdiği fedakârlıklar, 3 Mart 1923’te İzmir’de Mustafa Kemal tarafından şöyle özetlenmektedir:”...dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletini halasa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim, diyemez...” 

Tarihsel süreç içerisinde görünen, kadınımızın Orta Asya döneminde daha eşitlikçi bir toplum yapısında yaşadığı; fakat İslamiyet’in kabulü ile toplumsal hayattan dışlanan bir görüntü çizdiği yönündedir. Bu yapı, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına doğru ise en son noktaya ulaştı. Fakat İstiklal harbinde Türk kadınının gösterdiği eşsiz özveri ve fedakârlıklar, doğal olarak önce hakkettiği statüye kavuşması, ardından toplumun her alanında taçlandırılmak üzere Mustafa Kemal’in önderliğinde tarihe altın harflerle yazıldı.

Cumhuriyet Yılları ve Sonrası

Cumhuriyet’in ilanı bile başlı başına bir kadın hakkıdır. Çünkü Cumhuriyet kadın-erkek ayrımı yapmaz. Sönmez bir ışığın altında duran insanlar, bu ışıktan cinsiyeti nispetinde faydalanmaz. Sadece bu ışığın aydınlattığı yoldan devam etmesi gerekir. Karanlıklarda yolunu bulmaya çalışanlar, alenen beyhude bir çaba içerisindedir.

3 Mart 1924 günü, tarihi anlarından birini yaşayan TBMM, hem halifeliği kaldırdı hem de Tevhid-i Tedrisat kanununu ilan etti. Tevhid-i Tedrisat, doğrudan doğruya ülkenin geleceğini ve toplumsal hayatını kökünden değiştirdi. Çünkü o vakte kadar eğitim ve öğretimde erkekleri hep bir adım geriden takip etmeye mecbur bırakılan kız çocuklarımız, artık fırsat eşitliğinin kendilerine de tanınması ile erkeklerin faydalandığı tüm imkânlardan faydalanacaktı. Bu ise daha eğitimli bir kadın nesli demekti. Düşüncelerinden korkmayan, bir adım geriden değil; gerekirse bir adım önden koşan bir nesil demekti. Eğitimdeki bu değişiklik köklerimize nüfuz etsin diye birçok çaba sarf edildi. Ancak Anadolu’nun karanlık köşelerinde kadının sönmez ışığından korkan yarasaların bu adıma mani olması tüm yurtta uygulanabilecek olan bu projenin, yurdun dört bir yanında hayata geçememesine sebep oldu. Eğitim hakkı elinden keyfi alınan birey için; geriye kalan hakları, teferruattır. Eğitim hakkı, ağabeyinin ‘’Kız çocuğu da okur muymuş!’’ diyerek elinden alınan bir annenin evladı olarak yazıyorum bu satırları. Annemin en değer verdiği şey benim ve kardeşlerimin tahsilidir. Kadınlarımıza tanınan bu hak, günümüze; okuyamayan annelerin içinde kalan bu ukdelerini evlatlarının da yaşamaması şeklinde yansıdı.

Ülke olarak kadınlarımızın eğitim alanında gösterdiği birçok başarılı örnek vardır. Türkan Akyol, Sabiha Bengütaş, Süreyya Ağaoğlu, Filiz Dinçmen ve daha nice ismi duyulmamış başarılı Türk kadını... Bu isimler sadece birkaçıdır. Hepsi de Cumhuriyetin kazandırdığı haklar ile eğitim gördü ve ülkemize son derece önemli katkılar yapan ve devletimizi uluslararası camiada temsil eden vatanseverlerdir.

1926 yılında yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu, yıllar boyunca toplumsal yaşamımızın bir yüz karası halinde devam eden kadın haklarını kısmen geri getirdi. Tarihimizde utanç duyulacak hadiselerin bir listesi yapılacaksa eğer, kadınımıza reva gördüklerimizi listemizin başına yazalım. Yazalım ki, tarihimizi okuyacak gençlerimiz -bunlar gerçek olamaz- desin. Biz de acı bir tebessüm ile maalesef diyelim. Parayla alınan bir eşyadan farksız, çocuk yaşta gelin giden, boş ol denildiğinde tek bir kelime edemeyen, kocasını daha birçok kadınla paylaşmak zorunda kalan kadınlarımızın yaşadıkları psikolojik travmalar, bu neslin yetiştirdiği bir başka nesil, sonra tekrar travmalar yaşayan bir başka nesil, sürüp giden kısır döngü ve ümidin inzivaya çekildiği karanlık bir gelecek... İşte bizim toplumsal analizimiz. Kadınlarımız, Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girene kadar anlatılmayan birçok acı hikâye yaşadı bu ülkenin topraklarında. Sessiz ve çaresizce bekledi, izledi, boyun eğdi, fikirlerine tokatlar indirildi ve tercihlerine kurşunlar sıkıldı. Kurşunları sıkanlar, lekelenen namuslarını temizlemek için sıktı. Hâlbuki kendi kara zihniyetlerini temizleyecek kurşunlar, öldürmeden önce son bir kez baktıkları masum gözlerdeydi; fakat görmek için bakmak yetmedi.

Şimdilerde ise kadınlarımız, aynı acılara maruz kalmıyor mu? Maruz kalmak ne kelime, acının bir başka adı olmaya başladı “Türkiye’de kadın olmak.Sokaklar tek gezmek için fazlasıyla sıra dışı ve maceraperest artık. Sokaklarda yıldan yıla değişen tek şey, kara zihniyetleri üzerinde taşıyan kaldırımlar. Herkes zihniyetten önce kaldırımları değiştirmek için kolları sıvadı. Kaldırımları ve rengini değiştirince sandık ki, rengimizi bulacağız. Bulduğumuz ve gördüğümüz tek şey, acının kaçınılmaz rengi... Siyah...

Yorumlar

İlginizi Çekebilir mi Acaba ?

ZÜLFÜ LİVANELİ'NİN SERENAD'I ÜZERİNE BİR İNCELEME

VERYANSIN- 2

AĞLATMAYIN ANNEMİ